1936-1939 Olayları

Ocak 27, 2007

v936-1939 Olayları
1936’da bir araya gelen Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi’ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin’e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını, Filistin’in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Bu rapor Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu.1936-1939 yılları arasında köyden kente bölgenin her yerine yayılan bu ayaklanmalar diğerlerinden farklı olarak Yahudileri değil, İngilizleri hedef almaktaydı ve bu Filistinlilerin haklı tepkilerini koydukları en büyük direniş hareketiydi. Batılılar, Filistin’de Yahudi olmayan halkın varlığından Arap isyanının (1936-1939) o ünlü direnişi ile haberdar olmuşlardı. Ortadoğu’daki dengeleri korumak isteyen İngiltere bu gelişmelerin ardından önemli bir tutum değişikliği ifade eden Beyaz Belge’yi yayınladı. Bu belgede esas olarak, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının İngiliz siyasetinin parçası olmadığı, gelecek yıllarda yeni mültecilerin kabulünün Arap nüfusun onayına tabi tutulacağı açıklanmaktaydı. Filistin’de Arap ve Yahudilerden oluşan iki uluslu bir devlet kurulmasını ve göçmen sayısının beş yıl içinde toplam 75.000 olarak dondurulmasını öneren bu belge Siyonistleri şok etti. Filistin büyük ayaklanmasını durdurmayı amaçlayan bu belge farklı direniş grupları arasında bölünmeye yol açarak İngilizlerin umduğu sonucu sağladı ve ayaklanma kolaylıkla bastırılmış oldu. Bu belgeye tepki gösteren dönemin ABD Başkanı Herry Truman, İngiltere’den derhal 100.000 Yahudi’nin Filistin’e girmesine izin verilmesini ve göç limitlerinin kaldırılmasını talep etti.
İngiltere tarafından yayınlanan Beyaz Belge (White Document) Filistin’de yeni bir dönemin habercisi olmuştur. Siyonistler daha sonra „Kara Belge“ adını verdikleri bu yeni belgeden sonra artık İngiliz Manda yönetimini de faaliyetlerinde hedef almaya başladılar. Ancak Siyonist hareketin gelişimi için İngiliz mandası önemli bir fırsat olmuştu. İngiliz mandasının onaylandığı 1922 yılından 1940 yılına kadar Yahudi nüfusu 83.790’dan 467.000’e (bu dönemde 1.528.000 nüfusun üçte biri) ve Yahudi halkın sahip olduğu toprak da 60.100 hektardan 155.200 hektara çıktı.

Kaynak


Manda yönetimi

Ocak 27, 2007

Manda Yönetimi
1917’de fiilen başlamış olan İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Filistin üzerinde İngiliz Mandası’nın kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel Filistin’e ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi.
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin hemen ardından Balfour Deklarasyonu’ndan cesaret alan çok sayıda Yahudi Avrupa’dan Filistin’e göç etti. 1920 Eylül’ünde 16.500 kişilik bir Yahudi grubunun Filistin’e göç etmesi kararı alındı. Bu da Filistinler arasında Yahudi karşıtı söylemi güçlendirdi. Bunun akabinde 1921 yılının Mayıs ayında Kudüs’te büyük bir ayaklanma çıktı ve ayaklanma polis ve asker tarafından güçlükle bastırılabildi. Bölgeye gönderilen Haycraft Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre Yahudi karşıtı Filistin hareketinin nedeni, Yahudilerin göçü nedeniyle bölgede siyasi ve ekonomik dengelerin bozulması, Filistinliler arasında işsizliğin artması ve buna bağlı olarak Filistinlilerin geleceğe dair endişeleridir. Yazının devamını oku »


Balfour Deklarosyonu

Ocak 27, 2007

Balfour Deklarasyonu
İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour daha sonra „Balfour Deklarasyonu“ olarak adlandırılacak olan mektubu 2 Kasım 1917’de Siyonist lider Lord Rothschild’e gönderdi. Balfour, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için tüm imkanlarını kullanacağını bildiriyordu:
1- Filistin’de ulusal vatanın temini konusunda İngiliz desteği,
2- Bu amacın gerçekleşmesi için İngilizlerle işbirliği, Yazının devamını oku »


Birinci Dünya savaşında Siyonist Hareket

Ocak 27, 2007

I. Dünya Savaşı Sırasında Siyonist Hareket ve Filistin
Ortadoğu’ya güçlü bir şekilde yerleşmek için bekleyen İngiltere ve Fransa için I. Dünya Savaşı bulunmaz bir fırsat olarak görüldü. Savaşta Osmanlı-Alman İttifakı’nın karşısında yer alan bu güçler, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarında yaşayan Arap halkı Osmanlı’ya karşı harekete geçirmeyi başardılar. Şerif Hüseyin ve Mc Mahon arasında uzun yazışmalar sonrasında yapılan anlaşmaya göre Arapların itilaf devletlerine sağlayacağı destek karşılığında İngiltere Filistin’i de içeren Arap topraklarına bağımsızlık sözü verdi. Yazının devamını oku »


Eğitim

Ocak 27, 2007

Filistin’de gerek Filistin otoritesine ait, gerekse UNRWA (BM Yardım ve Çalışma Örgütü) yönetimi altında bulunan okullar çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Son yıllarda zaten kalabalık olan sınıflar, Filistin’e yapılan yardımların azalması nedeniyle daha da kalabalıklaşmış ve okulların finanse edilmeleri zorlaşmıştır. Okullarda ciddi öğretmen açığı bulunmaktadır. Filistin’de okuma-yazma oranı %89,2’dir. Öğrenim çağına gelmiş çocukların okula kaydolma oranı %96’ları bulmaktadır. Ancak söz konusu rakamların Aksa İntifadası’ndan önceki rakamlar olduğu unutulmamalıdır. Zira, bu tarihten sonra Filistin konusunda ciddi bir istatistik yapılmamıştır. Yine 2000 yılına ait istatistiklere göre Filistin’deki öğretmen sayısı 32.000’dir. Filistin’de üniversiteli öğrenci sayısı ise 75.000’dir.
Filistinli mülteciler geleceğe yatırım açısından eğitime çok önem veren bir toplumdur. Yarım yüzyıldan daha uzun bir zamandan beri çok zor şartlar altında yaşıyor olmalarına rağmen Filistinliler, Ortadoğu’daki en eğitimli grubu temsil etmektedir. Ancak Filistin Eğitim Enformasyon Dairesi tarafından hazırlanan bir raporda Filistin’deki eğitim kurumlarının ve öğrencilerin İsrail işgal güçlerinin birinci derece hedefi olduğu hatırlatılarak, bunun eğitim üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmekteydi. Rapora göre Aksa İntifadası’nın başladığı 29 Eylül 2000 tarihinden Ocak 2003 tarihine kadar geçen süre içinde 298 kız ve erkek öğrenci İsrail işgal güçlerinin saldırılarına hedef olarak hayatını kaybederken, 2.780 öğrenci de yaralandı. Yedi okul İsrail askeri güçlerinin emirleriyle tamamen kapatılırken, 850 okulda da eğitim geçici olarak durduruldu. İşgal güçleri 197 okula ve üç Eğitim Öğretim Müdürlüğü’ne ani baskınlar düzenlediler. El-Halil’de üç okul askeri kışlaya dönüştürülürken, 25 okul askeri güçler tarafından işgal edilerek tutuklama merkezi haline getirildi. Yine aynı süre içinde 166 öğrenci ile 75 öğretmen tutuklandı.
UNRWA ile birlikte İslam Kalkınma Bankası ve İslam Konferansı Örgütü’nün, mültecilere ilk ve orta eğitimin yanı sıra mesleki ve teknik eğitim imkanlarını arttırma yönünde sağladığı maddi imkanlar, İsrail’in işgal siyaseti sebebiyle gelişme gösterememektedir. Eğitimin sık sık kesintiye uğradığı Filistin’de bazen bir haftalık sınavlar iki aylık bir sürede ancak yapılabilmektedir. Filistin Eğitim Bakanı üniversitede sınavların nasıl yapıldığını şöyle anlatıyor: „Güvenlik önlemleri çerçevesinde bazen bir okulu tamamen başka bir yere taşımak ya da personelini değiştirmek zorunda kalıyoruz. Kızılhaç; sınav kâğıtlarının dağıtılması, toplanması ve öğretim görevlilerine gönderilmesi konusunda yardımcı oluyor. Öğretim görevlileri 20 gün içinde sınav kâğıtlarını değerlendiriyorlar. Cenin ve Tulkarim gibi şehirlerde kâğıtlar hemen ertesi gün postaya verilerek öğrencilere ulaştırılıyor.“ Yazının devamını oku »


Dini Durum

Ocak 27, 2007

Filistin topraklarında (Batı Şeria ve Gazze) nüfusun %90’dan fazlasını Filistinli Müslüman ve Hıristiyan Araplar oluşturur. Yahudi sayısı ise, sonradan bölgeye gelen yerleşimcilerle birlikte %10’a yükselmiştir. Filistinli Arap nüfus içinde Hıristiyan olanların oranı %5’tir. Farklı dini gruplar arasındaki ilişkiler Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmeye başladığı zamandan bu yana son derece gergindir. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te sayıları gittikçe artan yerleşimciler, yarım yüzyıldan daha uzun zamandır çok zor koşullarda yaşayan Filistinli mülteciler, Kudüs sorunu ve ekonomik kaynakların adaletsiz paylaşımı gibi pek çok sorun ilişkilerin giderek bozulmasına neden olmuştur. Tüm bu problem alanlarının içinde farklı dini grupların her birinin en çok hassasiyet gösterdiği sorun Kudüs’tür. Üç büyük semavi din için de büyük önem taşıyan Kudüs şehri, MÖ 2000’li yılların başında Hz. Davud’un İbrani kabilelerinin yaşadıkları bölgenin ortasında bulunan bu şehri krallığına başkent yapmasıyla tarih sahnesine çıkmıştır. Yahudi inancına göre, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı Allah için kurban etmeye giriştiği (Yahudi inancına göre Hz. İbrahim’in meşru oğlu İshak’tır. Hz. İsmail onlara göre Hz. İbrahim’in gayri meşru oğludur. İslam inancına göre ise Allah adına kurban edilmek istenen kişi Hz. İsmail’dir) Moraih Tepesinde Hz. Süleyman’ın ilk mabedi yapmış olması, şehrin önemini artırmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda Babil hakimiyeti sırasında Yahudilerin baş kaldırması esnasında Babilliler, bu mabedi yıkmışlar ve ardından da Yahudi toplumunun ileri gelenlerini Babil’e sürmüşlerdir. M.Ö. 538’den itibaren başlayan Pers egemenliği altında yeniden inşa edilen mabet, tüm Yahudileri birleştiren bir kutsal yer olarak varlığını sürdürmüştür. M.Ö. I. yüzyılda Kral Herod döneminde bugün ancak dış duvarının küçük bir kısmı ayakta kalmış olan görkemli mabet, 480 metre uzunluğunda ve 280 metre genişliğinde bir alanda yeniden inşa edilmiştir. M.S. 70 yılında Roma hakimiyeti döneminde Romalı General Titus bu mabedi yerle bir etmiştir ve o günden bu yana Yahudiler bu mabedin ayakta kalan Batı duvarı önünde ağlamaktadırlar. Ağlama duvarı olarak adlandırılan bu duvar, Yahudiler için yıkım gününü simgeleyen çok özel bir semboldür. Yazının devamını oku »


Ekonomik Durum

Ocak 27, 2007

1948 öncesi Filistin topraklarında ekonomik dengeler büyük oranda Filistinliler lehine bir görünüm arz ediyordu. Bu tarihte bölgede tarımsal üretimde kullanılan özel mülkiyet oranlarına göre, Filistinli Arapların sahip olduğu tarımsal alan 24.670.000 dönümü bulurken, Yahudilerin sahip olduğu tarımsal üretim alanı ise sadece 1.514.000 dönüm idi. Yahudilerin ekonomik refahı ile Filistinli Araplarınki arasındaki fark karşılaştırılamayacak kadar büyüktü. Endüstriyel açıdan bakıldığında da, İngiliz sömürge yönetiminin işgalinin başlarında yapılan bir istatistik, 1927 yılında Filistin’de 1236 endüstriyel yatırımın bulunduğunu, üretim tesislerinin %75’inin Filistinlilere (925 adet), buna karşın sadece %24’ünün Yahudilere (300 adet) ait olduğunu göstermekteydi. Yahudi göçleri ve buna bağlı olarak uluslararası Siyonist örgütlerin ekonomik yardımları ile bu denge zaman içinde tersine döndüğü halde uzun yıllar, Filistin’deki ekonomik varlıklar Filistinlilere ait olarak kalmıştır. Ancak İsrail’in kurulmasından sonra Filistin topraklarının %80’indeki tesisler Yahudilerin eline geçmiştir. Yazının devamını oku »


İsraildekı Filistinli Arap azınlık

Ocak 27, 2007

İsrail’in 5.000.000’u aşan nüfusunun yaklaşık %81’i Yahudi’dir. Nüfusun çoğu Müslüman olmak üzere yaklaşık %17’si Arap, geri kalan %2 ise Dürzi, Çerkez ve diğer küçük gruplardan oluşmaktadır. Yahudi olmayan nüfusun %77’sini teşkil eden Müslüman Araplar Sünni’dir. İsrailli azınlıkların yoğun olarak yaşadıkları yerler Celile, Hadera, Negev ve Kudüs’tür. Müslüman Arapların yarısından fazlası Celile’deki köy ve kasabalarda yaşamaktadır. Azınlık grupları içinde milli kimliği en fazla öne çıkan grup pek tabii ki Filistin meselesine bağlı olarak Arap azınlıktır. Yazının devamını oku »


Filistinli Kimdir?

Ocak 27, 2007

Uzmanlar „kimlik“ kelimesinin tanımlanmasında „bir kişiyi“ ya da bir grubu başkalarının nasıl tanımladıklarına değil, „o kişinin“ ya da „grubun“ kendilerini nasıl tanımladıklarına bakmak gerektiğini söylemektedirler. Bu açıdan bakıldığında, her ne kadar Filistin bölgesindeki insanlar homojen bir yapı gösterseler de, değişik ülkelere dağılmış olan Filistinlilerin tam olarak birbiriyle örtüşmeyen „Filistinli kimliği“ tanımı yaptıkları görülmektedir. Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere, nüfusunun yarısından fazlası dünyanın değişik bölgelerine dağılmış vaziyette yaşayan ve birbirleriyle sıkça ilişkiye girmeyen farklı birkaç Filistinli yaşamının varlığı tek bir milli kimlikten bahsetmeyi zorlaştırır. Filistinliler, yaşadıkları tarih, şu anda içinde bulundukları farklı sosyo-ekonomik koşullar ve farklı coğrafyalar nedeniyle özgün bir konuma oturtulmak zorundadır.
Filistinlilerin kendi benliklerini ortaya koymaları 1880’lerden başlayarak Filistin’e akın eden Yahudilere olduğu kadar Siyonist örgütlerin Filistin hakkındaki ideolojik beyanlarına karşı bir tepkiydi aynı zamanda.
Filistinli kimlik bilincinin oluşumu Filistin sorunu ile iç içe geçmiştir. Bu özelliği dolayısıyla sürekli anti-İsrail, anti-Yahudi söylemle beslenmiştir. Dolayısıyla büyük oranda bir „tepki kimliğidir“. Yaşadıkları zor şartlar ve uğradıkları haksızlıklar nedeniyle bir „direniş kimliğidir“ de aynı zamanda. Neye ya da kime karşı direniş? Çoğu zaman İsrail’e, bazen de yaşadıkları ülkelerdeki çoğunluk unsurlarına karşı bir direniş ve tepki kimliği. Yazının devamını oku »


Sosyal Yapı

Ocak 27, 2007

Batı Şeria ve Gazze bölgelerinden oluşan Filistin’de sosyal yapı birbirinden kısmen farklıdır. Batı Şeria’da toplumun etnik olarak %83’ünü Filistinli Araplar oluştururken, geri kalan %17’lik oranı Yahudi nüfus teşkil etmektedir. Dini açıdan nüfusun %75’i Müslüman, %17’si Yahudi ve %8’i de Hıristiyan ve diğer din mensuplarından oluşmaktadır. Dil açısından bakıldığında ise, etnik yapıya uygun olarak Filistinli Arapların tamamına yakını Arapça, Yahudiler İbranice ve İngilizce konuşmaktadır.
Yahudi işgalinden kısmen korunmuş olan Gazze Şeridi’nde ise nüfusun % 99.4’ünü Araplar, % 0.6’sını ise Yahudiler oluşturmaktadır. Bölgede yaşayan halkın %98.7’si Müslüman, %0.7’si Hıristiyan ve %0.6’sı ise Yahudi’dir. Kaynak